7 Mart 2013 Perşembe

KAŞ-FİNİKE TURU 16.02.2013 (ANTALYA'YA GİDERKEN)

Kaş Camping'ten günaydınlar hepinize.. O kadar donduk ettik ama bu sabah çok güzel bir havayla uyandık. Bungalow'da kalmanın erkenden toplanmaya hiç etkisi olmadı. Saat 9.00'da yola çıkabildik.

Kaş içinden dolaşarak hemen rampaya girdik sabah sabah... Kaskı maskı çıkardık. Beynimiz patlayacak gibi oldu sıcaktan :)
Bir sürprizle karşılaşacağımızı düşünmüyoruz...Yağmur gibi. Ama bu sıcak bize iyi sürpriz oldu. Ya fıskiye ile peşimizden bir destek gelmeli ya da biraz esinti :)
Sürekli mola verme yerleri vardı. Biz de onları kullanmadan geçmedik. Hala pişiyoruz.

Bir petrol ofisinden ekmek almaya gittik. O ara ben kaskımı ve eldivenimi yavaşça giyinirken, Ezgi birden "AAAA Turcu Turcuuuuu" diye bağırmaya başladı. Eee biz de turcuyuz. O zaman takılalım peşine dedik. Bakalım nereye gidiyormuş bir öğrenelim dedik. Neresi mi? ÇİN . İşte Juan...
We went to the petrol office to buy a bread. When i was wearing my helmet, Ezgi told me " Heyyy, Cyclist ... There is a Cyclist. We are also cyclist, too. We followed him, then we met. He said " I am going to China". Here he is... Juan ...
Lastik sorunu...The tire problem...
Juan ile birlikte çay içmek zevkliydi. "Biz her zaman her yerde çay içeriz " dedim Juan'a.
It was a pleasure to drink tea with Juan. I told Juan " We drink tea everywhere everytime".
Bir yerde durduk ve mola verdik. Ezgi de fotoğraf çekmeye başlamış. Yakaladığı güzel anlardan biri.
We stopped somewhere and gave a break. Ezgi started to take a photo. There is the best shot of them.
Finike yollarında motorlu çocukları unutmayacağım. Yol boyu bizi takip ettiler. Ta ki mola verip durana kadar :)
I dont forget motorcyclist children in Finike road. The followed us during the road until we gave a break somewhere.


Türk olduğumuz ve çocukları anladığımız için Ezgi ile bana bir şey sormadılar. Juan ise binlerce soruya maruz kaldı. En azından zararsız çocuklara denk geldik.
The children didnt ask about anything to me and Ezgi because of being Turkish and understanding the children but Juan was exposed to thousand of questions. We were lucky about harmless children. They were just crazy :)
Finike'ye tam varamadık ve havanın kararmasına yaklaşık bir saat kaldı. Juan burada yemek için su koydu matarasına. Umarım güzel bir kamp alanı buluruz bu bir saat içinde.
We didnt arrive to Finike and there was one hour to setting of the sun. Juan put water in the bottle to cook something at camping site. I hope we find a camping site in one hour.

The bottle that I mentioned..
Bahsettiğim matara...
Çok güzel ve terkedilmiş bir sahilde güzel bir kamp alanı buluyoruz. Juan'a sordum " Burası olur mu?". Baş parmağını olur şeklinde yaparak onay verdi. Bas pedalı o sahile o zaman. Çadır kurulsun ve keyif başlasın.
    We found a perfect camping site in very nice and forsaken beach. I asked to Juan " Is this place ok?". He showed me his thumb meaning "ok". Turn the pedals to the beach then. Let the tent pitch and let us take a rest.
Çadırı kurduktan sonra karnımızın acıktığını farkettik. Juan işe koyulmuş bile. Her turcuya ya da kampçıya şu benzinli ocaklardan şart oldu artık. Hemen konserveyi açtı ve yemek yaptı bol acılı. Olsun artık zehir olsa yeriz, o kadar açız yani. Bir de bizim hazır çorbalardan içtik peşine. İlk defa doyduğumuzu hissettik.
After pitching the tent, we realized that we were hungry. Juan started to cook something delicious. I think all of cyclists or campers have to get a camping stove. Juan opened the canned goods and cooked them. We were such hungry that we could eat a poisonous thing. Then we cooked fast soup and ate it suddenly. Ezgi and I felt we were full firstly in this tour :) SPECIAL THANKS TO JUAN :))
Yere bir şey döküldüğünde hep seni hatırlıyoruz Juan. Bu "Doğa Ana" için :)
When something like food was poured, we remember you Juan. This was for "Nature Mother" :)

4 Mart 2013 Pazartesi

PINARA- KAŞ TURU 15.02.2013 (ANTALYA'YA GİDERKEN)

Eveeet... Yeni ve ıslak bir günden merhabaaaa... Şimdi çadır ıslak, üstümüz zaten ıslak, eh bir de tüm gece boyunca baykuş sesleriyle uyuduk. Alfred Hitchcock yapımı olan The birds filmi galiba Ezgi'nin aklında yer etmiş olacak ki, hep tedirgin uyumuş :) Neyse sabah şöyle bir kalktık, çadırı topladık derken etrafı gezmeden şu antik şehirden ayrılmayalım dedik.




Hava dünden beri yağışlıydı. Artık peşimizi bırakacak gibi değildi. Biz de önlemleri çöp poşetleriyle aldık.Sırt çantasında fotoğraf makinesi ıslanmasın diye hem içerden hem dışardan poşetlendi, bir de uyku tulumu çadır ve matlar da çöp poşetinin içinde bagaja bağlı olarak gidiyoruz.
Bir benzin istasyonu görünce hemen girelim dedim ben Ezgi'ye. Yoksa ters gelen rüzgar ve üstümün ıslaklığından ötürü donacak gibiydim. Oturduk hemen çay ikram ettiler. Çay bardağına iki küp şeker atacaktım ama öyle zor ki şekerleri tutmak..Titremekten reflekslerime hakim olamıyordum. Ezgi daha sağlam çıktı benden. 2 bardak çay içtim ama sanki orda durdukça üşüyor insan. Sonra hemen petrol ofisinin çıkışında bulunan lastik dükkanında biriken eski lastikleri yaktılar ısınmamız için. Evet yağışlı havada nasıl insan boyu ateş yakılır öğrenmiş olduk. Bir eski lastik alınır, sobaya atılır, üstüne benzin dökülür ve puuuufff....Çevresinde ısınmak isteyen ben bir yerden gözümü kara dumandan koruyorum, bir yandan da ısınmaya çalışıyorum. Tabi bir diğer yandan eşyaları kurutuyorum. Kuruttuğum eşyanın üstünden resmen buhar çıkışı görüyorum. O kadar sıcak yani ateş. Tabi 2 saat boyunca kapkara olduk ateşin başında. Bundan sonra tura "zenci kırması" olarak gitmek zorundayız. Gören korkmasa bari :) Ha bu arada yolumuzun üzerinde çok hoş bir Antik Kent olduğunu daha öğrendik. Xantos Antik Kenti... Gidiyoruz yavaş yavaş...
Arka lastiğe el pompasıyla yeterince hava vuramamışım. Yorulmaya başladım yavaş yavaş. Başka bir benzin istasyonunda da durup hava bastım tam 50 PSI arka lastiğe. Artık yollar benim için daha rahattı. Muğla sınırlarından tamamen çıktığımızın kanıtını da verelim. Artık Antalya sınırları içerisindeyiz :)
 Antalya il sınırlarında dolaşırken geride bıraktığımız portakal bahçelerini özledim. Hiç bir yerde portakal bahçesi yok. Şöyle sulu sulu yesek de kendimize gelsek. Ama yok işte. Neyse ki hava gittikçe iyileşiyor. Yağış yerini buluta bıraktı. Ama ileride bir yerlerde açık mavi gökyüzü görüyorum derken bir de baktım ki tam da Xanthos antik şehrine geldik. Görmeden olmaz vallahi.

 Ha bu arada ZENCİ KIRMASI yüzümüzün hafiften yıkanmış hali :) Tam dağ kaçkını olduk :))









 Antik şehirde fotoğraf çekerken, oraya yakın bir yere dandik bir gişe yapmış kurnaz bir adam " Gelin size bilet keseyim" dedi :) Biz alacağımızı aldık zaten. Hem oraya gişe yapması da anlamsız. Tam gezmiş bitirmişiz, sonradan da oraya bir yere bilet kesmek için gişe yap :) Bisiklete binip uzaklaştık para vermeden :)) Tabi yollar hep sera bundan sonra. Hani portakal bahçeleri yok demiştim ya. İşte şimdi o bahçeler hep sera olmuş. Çok sıkıcı ve tuhaf bir yolda ilerlerken garip bir ses duydum. İlk başta yolun kenarında mermer kesen aletten geliyor sandım o sesi. Sonra da baktım ki arka lastik yerle bir olmuş 5 saniyede iflas hale gelmişti. Tam bisikleti ters çevirecektim ki hemen yanımızda bisikletçi dükkanı gördük. Hemen içeri girdik. Bir de Pınara'dan beri hiç bir şey yemedik. İlk önce lastiğe bakıldı ki...oooff o da ne 1 cm kesik var iç lastikte. Tabi basarsan o kadar PSI basınç her şey olur o lastiğe :) 2 gündür lastik değiştirip duruyoruz. Yedek lastiklerimizden aldık hemen yerleştirdiler. Sonra da bize bir güzel kahvaltı yaptırdılar. Üzülsem mi ağlasam mı bilemedim. Hep aksilik çıkıyor ama bir yandan da cennet köşesini kapıyoruz. Çok sağolun bu kahvaltı için abilerim :) Umarım tekrar görüşürüz. Yolumuz muhakkak düşer oralara ...


 Bisiklet dükkanından ayrılmak zor oldu. Böylesine samimi insanların olması gerçekten etkiledi beni. Ordan ayrılınca bir motorlu korna çalarak yanımızdan geçti. Bir de baktım ki bisikletçide tanıştığımız abilerden birisi :) Yavaş yavaş sıcak bir memlekete doğru gidiyoruz. Hedefi kaş olarak belirledik. Bakalım yolumuza neler çıkacak kim bilir.



 Kaş'a gelmeden güzel bir manzarada durduk. Biraz FotoMola verelim dedik. Haydaaa tam mkineyi sırt çantasından çıkaracaktık ki yağmur serpiştiriyor. Neyseki hemen poşeti hazırdı. Tekrar poşetledik çantayı. Tabi kendimizi de poşetledik. Bu arada poşetlenirken dolu yağmaya başladı. Lan her yer açık nereye kaçıcaz derken hemen arkamızda durağa sığındık. Biraz bekledik dolunun azalmasını. Sonra yine yola çıktık. Az da olsa yağış var tabi. Yollar yine hafif iniş çıkışlı.
 Tabi manzarayla birlikte bir o kadar zevkli ama hava kararacak gibi duruyor. Yine karanlığa kaldık galiba.
 Hayır hava açıldı Kalkan'a gelince. Ama hala saatler ilerliyor. Malesef Kaş görünmedi. Hala pedallıyoruz.
 En azından emin adımlarla ilerliyoruz. Gittikçe zevkli olmaya başladı bu tur. Her yerden sürpriz çıkıyor karşımıza.



Sürprizlerden bir tanesi yolun kenarından akan minik şelale :)






 Veeee Kaputaş plajı...Burada durduğumuz an Gülşah aradı Ezgi'yi. Onlar tur hakkında konuşurken ben de fotoğraf çekmeye başladım. Yalnız bu sahilde kamp atılmaz. Sular tüm sahili basacak gibi duruyordu. Biz de ilerledik burada işimiz bitince :)


 Şimdiii bir olay yaşadık ki neler oldu neler... İlk önce kamp alanı ya da camping tarzı bir yer aramaya başladık. Hava karardı zaten. En azından yollar aydınlık. Tam da birisinin bize önerdiği Olimpos Gokamp diye bir yerin tabelasını gördükki karanlığın içinden en az 6 tane minik ama çılgın köpecikler koşturmaya başladı. İlk defa korktum köpeklerden. Ben ve Ezgi pedala abandık ama kamp alanı biraz arkada kaldı. Neyse ki köpekler bizi kovalamaktan vazgeçti de durduk yolun kenarında. Bisikletleri Ezgi'nin yanına bıraktım. Bir de biber gazını da tutuşturdum eline. Bir kaç dakika içinde döneceğimi söyleyip geri geldim. Bu kamp alanında hem tuvaletler açık değil hem de hizmet vermeden 10 lira alıyorsun be adam. Yürü git. Yolumuz Kaş Camping'e doğru devam etti. Sonunda bulduk orayı. Çok sevimli bir yer. Küçük küçük evler var. Bir de kafeteryası var ki orada tüm eşyaları kuruttuk. Bungalow denilen küçük sevimli evde kaldık. Ben çadırı kurutmaya kafeteryaya indim. Orada şömine vardı. Çadır için uygun bir yer bulup oraya astım. Sonra da kendimi kurutmaya başlayınca bencillik ettiğimi düşündüm. Ezgi orada tek başına üşüyordu ve ben ısınıyordum. Oradaki gezgin abiler olmasa Ezgi'yi ikna edeceğimi düşünmüyordum. Ama ne olursa olsun getirecektim Ezgi'yi. Zor da olsa gelince abilerle muhabbet açıldı. Ezgi'nin de buzları çözüldü bu arada şömine başında. Kolay değil. Ben sabah donarken o bana destek oldu. Şimdi sıra bendeydi. Bol bol kalın odun attım şöminenin ateşi sönmesin diye. Belirli aralıklarla da ıslak eşyaların yerlerini değiştiriyordum. Yine buhar çıkıyordu eşyalardan. Gezgin abiler bize cips ve kaju fıstığı ikram etti. Yanında çay da geldi. Yahu tamam bir şeytan tüyü var bizde tamam da bu kadarı da bana fazla geldi. Alışık değilim ki ben böyle şeylere :)




Saat 12'yi gösterdiğinde Ezgi'yi odaya bıraktım. Uykusu gelmiş. Ama ben hala ıslak eşyaların kuruması, ateşin söndürülmesi ve kafeteryanın kapatılmasından sorumlu olarak görevlendirildim. Bu işi tam yapmalıyım dedim ve saat 02.00'a kadar ateşin başında eşyaları kurutmayla ilgilendim. Bir matara suyla da ateşi söndürüp kafeteryayı olması gerektiği gibi bıraktım. Oda'ya geldiğimde Ezgi hala uyumamıştı. Yatağın içinde kıvrılmış beni bekliyordu ışık yanarken. Neyse ki ikimiz de ısındık ve çok rahat uyuyabiliriz.