10 Kasım 2011 Perşembe

Muğla-İzmir Turu (2.gün)

9 Kasım 2011
Tüm akşam boyunca düğün sesleri vardı üst katta. Ulan zaten 20 lira alıyorsunuz bir de üstüne düğün salonu yapıyorsunuz tam üst kata. Olacak şey mi bu? Sabah 4'te kalktım bu sefer. Kahvaltım bir parça ekmek, bir muz, bir elma. Bu beni Selçuk'a kadar idare eder. Ama rotada hemen bir değişiklik yapıyorum. Söke-Kuşadası-Selçuk-Torbalı-Konak-Karşıyaka
Tabi ben de hemen tabelalarda Söke yazısını görmeye çalışıyorum. Daha sabah ezanı okunmamış ama ben yollardayım. Hava mı? Sabah soğuğundan daha sıcak. Bence denemelisiniz. Bir gün sabah erkenden kalkın. Mesela 4.00 yani daha hava aydınlanmamış olsun. Sonra güneş yükseldikçe hava soğumaya, bir kaç saat sonra ise ılınmaya başlayacaktır. Bunun nedenini anladım ben. Havanın yerdeki soğukluğu güneşin sıcaklığıyla buharlaşıyor ve o buharın soğuğu çok keskin oluyor. Durum bu kadar açık. Söke tabelasında kalmıştık. Evet gördüm bir tane. Daldım o yöne doğru.


Tabi gece karanlığında gördüğüm o yeşil minik yazıya bakıyorum ve amaaaaan diyorum :) bekleyin devamı geliyor. Bir 10 dakika o kaymak gibi asfaltta giderken trafik polisinin düdükleriyle irkildim. Yolun karşısından uyarıyorlardı beni "geri dön " diye :) . Tamam geri dönücem biliyorum orası otoban ve bisikletlilerin girmesi yasak. Polis abim anlayışlıdır diye yanına gidiyorum ve :
Ben: Abi ben Söke'ye gidiyorum ama başka yol varsa oradan giderim.
Polis: Hani senin ışık sistemin?
B: (Kafa ışığımın önünü kapatarak konuşuyordum polisle, birden ışığın önünü açtım ki polisin halini görecektiniz ama çaktırmadı o.ç. ) abi işte ışık sistemim. Tamam geri dönerim ama Söke'ye giden başka bir yol var mı?
P: Arka ışığın yok senin. Hem karanlıkta bisiklet mi sürülür?
Benim iç sesim: ben diyom ankara sen diyon götüm kara
B: Tamam abi ben gidiyorum.
Adam bunları bana söylerken dövecek gibiydi. Polis abi diyordum ya başta. Şimdi orospu çocuğunun önde gideni. Geldiğim yolu geri dönmek huyum değildir ve bu o.ç. yüzünden hem zaman hem enerji kaybım oldu. Boşuna muhabbet ettik o kadar. Adam neresiyle dinliyor beni anlamadım. Başka rota bulmam lazım şimdi. Ve şimdiiii Germencik yolu üzerinden Selçuk-Torbalı-İzmir.

Eski rota yaklaşık 160 kilometreydi ve ben otobanda yaptığım 15 kilometrelik gidiş-dönüşle bu turu 140 km olarak hesaplıyorum. 120+15=135 demeyin. Bir de şehir merkezinde dolanmalarım vardı. 5 km oradan geliyor. Artık rota belli. O.ç. yok. Şarkı söyleyerek gidiyorum herkes uyansın diye. İlk uyanan "Güneş" oldu. Asıl soğuk şimdi başladı. Nasıl küfrediyorum bir bilseniz. Ha çıplak çıkmışsın donmuşsun, ha kat kat giyinip çıkmışsın donmuşsun farketmez. Donmuşsan donmuşsundur arkadaş. Kaçarı yok. Azer Bülbül gibi titriyorum. En azından hareket halinde vücudu ısıtma olayım var bisiklet üzerindeyken. Ama bir 2 dakikalık mola verdiğimde terim soğumaya başlıyor ve hemen pedallara asılıp kadans* yapıyorum. Çığlık atarak basıyorum pedallara. Sonunda ısındığımı hissettiğimde rölantiye alıyorum kendimi.

Yollar ilk günkü gibi düz değil. Taşlarla yolun üstünü örtmek var ya hani bizim memlekette, işte ondan yapmışlar tüm yolu. Bana hiç zevkli gelmedi bu yollar. Rampa inerken bile hızlanamadım hiç. Sürekli pedal çevirmek gerçekten yordu beni. Selçuk'a kadar yollar böyle. Belki Selçuk sonrası yollar düzelir umuduyla basıyorum pedallara. Bir de Melek ile görüşmelere başladım. Torbalı'da kahvaltı yapmak için Şahin Simit Sarayına gitmeyi planlıyorum. Çok güzel hayaller kuruyorum. Bedava yemek, bol muhabbet. O gazla gidiyorum işte. Tabi bir de yol kenarındaki pamuklar dikkatimi çekti. Her yer pamuk dolu. İlk defa tohumu olan bir pamuk topladım hatıra olsun diye. Gerçekten farklı sürprizler var bu memlekette. Melek ile haberleştikten sonra bir tabela gördüm ve artık "Torbalı'dayım" dedim.


15 km o kadar yoldan sonra çocuk oyuncağı dedim. Çünkü Muğla'da kampüsle merkez arası 8 km ve gidiş dönüş 30-40 dakika sürüyor. Toplam 16 km. Ama gel gör ki şartlar el vermiyor. 1 saatte yaptığım bu 15 kmlik yolda rüzgarın ve yol yapısının dezavantajı çok büyüktü. Bana inat gibi rüzgar tam karşımdan esiyor. Yavaş yavaş şehir içinde olduğumu hissetmeye başladım çünkü bu trafik başka yerde olmaz. Artık rahatlayabilirim. Şehir merkezine dalıp, Simit sarayını basma vakti geldi.


Sora sora bağdat bulunur deyimiyle buldum orayı. Simit Sarayı'na vardım. Meleğin amcasını buldum. Dedim ki "abi şöyle bir öğrenci indirimi yaparsın hani. Bak o kadar yol geldim. 5 saattir yoldayım. Melek tavsiye etti burayı. Muğla'dan arkadaşım" dedim.İndirim de süperdi hani.50 kuruş indirim yaptılar düz hesap olsun diye. Neyse en azından karnım tıka basa doydu. İşte donatılmış masam. Şahin simit sarayı sponsorum olsa başka bir şey istemem :)


Bu enerji deposundan sonra devam ediyorum İzmir'e doğru. Bir sürü kavşak çıkıyor karşıma ve trafik beni deli etti. Bir yerde otobana giden tabela görünce "eyvah sıçtık" dedim. O kadar yol geldim yine mi rota değiştircem şimdi. Hemen birisine sordum. Genç tam bir İzmir'li. Konuşma taklidini her türlü yaparım onun :) Bana yolu öyle iyi anlattı ki dümdüz git bir yere sapmadan git İzmir2 varırsın dedi. Böyle bir tanımlama yok. Ama harbiden de dümdüz gidince Konak iskelesine vardım. Tabi akşamüstü İzmir trafiği beni çok yordu. Alışkın değilim o kadar kalabalığa :) Konak'tayken Yeşim ablayı arıyorum ve nerede buluşacağımıza karar veriyoruz. Kendisi biraz hastalanmış, Taner abiyle buluşmamız kararlaştırıldı ben karşıya geçince. Bostanlı Vapuruna bindim ve Taner abiyle buluştuk.

Ama telefonda konuşmalar bombaydı. Yerimi tarif ederken ne anlatacağımı şaşırdım. Sonunda bulduk birbirimizi. Ve ben bisiklette, Taner abi arabada. Ben arabayı takip ederek gidiyorum. Turun bu kısmı zevkliydi. Bir arabayı takip etmek kadar aksiyon dolu bir şey yok :) Muğla'da böyle trafik olsa yaparım da, İzmir bir başka. Neyse eve varır varmaz duşumu alıyorum ve hemen Samsun pidecisine gidiyoruz.Güzelce karnımızı doyurduk.Keselerine bereket :) Beni evlerinde ağırladıkları için sonsuz teşekürlerimi sunuyorum. Bir kez daha görüşmek üzere ;)

Muğla-İzmir Turu (1.gün)

Tarih: 8 kasım 2011
Alarmın saat 5.00'da çalmasıyla uyanıyorum erkenden. Gerekli hazırlıkları önceki akşam yapmıştım. son bir kontrol ve dışarı çıktım. Sabah soğuğu kadar iğrenç bir soğuk görmedim ben bu hayatta. Kışlık eldivenler, buff, kafa bandı, rüzgarlık ve içime kat kat giydiğim kıyafetler etki etmedi. En azından bir kaç saat sonra hava ısınır vaadiyle kendimi avutuyorum. Yavaş yavaş bomboş yollarda pedallıyorum. 5 dakika içinde Muğla sınırını geçtim.

Yol kaymak gibi pürüzsüz olduğundan yol almak çok kolay oldu. Sadece 1 matara su ile Aydın'a vardım. Tabi Aydın'a varmadan önce çok güzel manzaralarla karşılaştım. Çine'ye doğru giderken jeoloji derslerinde gördüğümüz o simli taştan gördüm ve attım çantaya. Hala adını hatırlayamıyorum o taşların. Her neyse yoluma devam ediyorum ve kavşakta durduğumda,servis bekleyenlerden birisiyle aramda bir laf dalaşı oluyor:
ben: İyi bayramlar
şahıs: İyi bayramlar. Nereye gidiveyon ?
b: aydın
ş: Aklın yok mu senin? Nasıl gidivecen mulaya?
b: (kavşak öncesinde 5 km iniş olduğu için kulaklarım uğulduyordu) ne?
ş: Nasıl gidivecen? Hayatta varaman sen gari
b: 3 saatim var hadi 3 buçuk saat olsun ( eski çine çıkışındayım ) acelem yok abi yolcu yolunda gerek
Anlamadığım konu şu ben kavşakta durduğumda " iyi bayramlar " demeseydim, onlar "vay be avrupalı bu kesin " deyip arkamdan öveceklerdi. Ama Türk olunca yapamaz edemez. Hem kendini ne yoruyorsun. Ver parayı 1 saatte git Aydın'a. Di mi ya ?



Yolda pek ilgi çekici bir şey olmadı Aydın'a giderken. Arada karnım acıkıyor ve elma muz ikilisiyle 45 dakika idare edebiliyorum. Nasıl bir bünyeye sahibim anlamadım. Hem zayıflamıyor hem kilo almıyorum. Asıl olaylar Aydın'da başlıyor. İlk önce Orkun'u arıyorum. Aydın merkezde değillermiş onu öğreniyorum. Sonra bizimkilere yani anneme babama Aydın'a vardığımı söylüyorum. İçleri pek rahat değil çünkü kalacak yerim yok. İlk başta ben sıkıntı yapmadım ama zaman geçtikçe sıkıntı olmaya başladı bu durum. İlk gittiğim yer tren istasyonu oldu ve oradan Selçuk bileti aldım. Ertesi gün Selçuk'a kadar pedal basmak istemiyordum. İşimi kolaylaştırayım dedim. Bileti aldıktan sonra da Veli ile telefonlaştık. Tren'e bisiklet sokamıyordum. O durumu anlattım. Son kararımı verdim ve bir bisikletli olarak trene binmemeye karar verdim. Bileti iptal ettirdim. 50 kuruşu bileti iptal ederken eksik verdiler. Vay anasını be! dedim içimden. Sonra hayatımın en yavaş haliyle kocaman bir tost yedim ki beni tok tutsun. Yaklaşık 45 dakikada bitirdim tostu. Hala kalacak yerim yok ama çok farklı opsiyonlar da aklımda dönüp dolaşıyor hani. Baga sağolsun aklıma cami-mescit olayını soktu ama bir tane bile bulamadım yatsıdan sonra kapısı açık olan. Hem temiz, hem bedava, hem de suyun tuvaletin var. Hoşuma gitti bu fikir ama şansım yaver gitmedi bu konuda. Sonra tren istasyonunda yolcu bekleme salonunda uyumak geldi içimden. Oranın hareket amiri varmış. Sordum. Dedi ki: Gasp ederler, madde bağımlıları var, dolaşıyorlar, paranı alırlar, bıçaklarlar,vs. Eyvallah çekip uzaklaştım ordan. Ama şahsen Bartın otogarında uyumuşluğum var ve hiç bir şey olmadı. Şimdi bu felaket tellalı adamın şom ağzı açıldı ya bir şey olurdu kesin. O yüzden başladım telefona sarılmaya. Orkun'dan olumsuz haber geldi, Hasan'dan da öyle, Annem-Babam tedirgin, Ben aylak aylak dolaşıyorum :) Sonunda aklıma öğretmenevi geldi. Samsun'dan Sinop'a pedallarken Serkan abi araştırmıştı. Oradan çağrışım yaptı. Sağol Serkan abi :) Deneyimlerinden faydalanmak yararlı oldu bu turda. Sonunda sora sora orayı da buldum ve odama yerleştim. Telefonla bizimkilere iyi haberi verdim. Artık tedirgin olmaları için bir sebep yoktu. Ama bu arada çadır çok gerekli bir malzeme. Bir tane sağlam bir şey bulana kadar uzun turlara veda ediyorum artık. Sırf o yüzden kamp atamadım. Sadece uyku tulumum ve matım vardı yanımda. Ne demişler...Okuyan mı gezen mi? tabi gezen bilir. Gezen görür. Deneyim edinir. Paylaşır. Yani kısaca, gezmek güzeldir.

6 Kasım 2011 Pazar

Bir Berduş Bisikletçinin Çantası

Berduşların çantasında kullanılmış her şey olur. Temiz bir şey giymek istemezler mesela. Ne kadar pis o kadar iyi berduş. Baş havlusuyla tüm vücudunu kurular. Sorun yoktur. Kişinin kendi pisliğidir o. Berduşluk serserilik olarak algılanmasın ama biraz da serserilik vardır berduşların bir köşesinde. Mesela bir berduş bisikletçi istediği an istediği yerde yatabilir. Bu bir sahil kenarı olabilir,bir motel, bir otogar, bir oyun parkı, bir tren vagonu ya da bir apartmanın girişi. Her hangi bir yer. Neresi olursa olsun fark etmez.

Yiyecek konusunda da sıkıntı çekmezler. Bir parça ekmek üstüne sürülmüş böğürtlen reçeli, o berduşu kilometrelerce idare eder. Yalnız takılırlar. Pek sıkıntı olmaz yalnızlık onlar için. Hangi berduş yanında arkadaş ister ki? Zaten yeterince arkadaş edinirler yoldayken. Ama ertesi gün görüşmezler. O gün bir anı olarak kalır. Telefon numarası da almazlar bir daha görüşmek için.

Çantaya sığdırabildikleri kadar eşya alırlar. Biraz para, biraz kıyafet, biraz da yürek. Yürek ister çünkü o çantayı doldurabilmek. Her yiğidin harcı değildir o çantayı doldurmak.

Kitap okumaz berduşlar. Çünkü yolda yaşadıklarıyla kendi kitaplarını yazarlar.

Müzik çalar dinlemezler. Berduşlar bağıra çağıra şarkı söylemeyi daha çok severler.

Ve hiçbir yer uzak değildir onlar için. Elbet bir gün o yolun üzerinden geçerler. Çanta budur berduşlar için. Biraz delilik, biraz anı yaşamışlık, biraz da özgürlük.