10 Kasım 2011 Perşembe

Muğla-İzmir Turu (2.gün)

9 Kasım 2011
Tüm akşam boyunca düğün sesleri vardı üst katta. Ulan zaten 20 lira alıyorsunuz bir de üstüne düğün salonu yapıyorsunuz tam üst kata. Olacak şey mi bu? Sabah 4'te kalktım bu sefer. Kahvaltım bir parça ekmek, bir muz, bir elma. Bu beni Selçuk'a kadar idare eder. Ama rotada hemen bir değişiklik yapıyorum. Söke-Kuşadası-Selçuk-Torbalı-Konak-Karşıyaka
Tabi ben de hemen tabelalarda Söke yazısını görmeye çalışıyorum. Daha sabah ezanı okunmamış ama ben yollardayım. Hava mı? Sabah soğuğundan daha sıcak. Bence denemelisiniz. Bir gün sabah erkenden kalkın. Mesela 4.00 yani daha hava aydınlanmamış olsun. Sonra güneş yükseldikçe hava soğumaya, bir kaç saat sonra ise ılınmaya başlayacaktır. Bunun nedenini anladım ben. Havanın yerdeki soğukluğu güneşin sıcaklığıyla buharlaşıyor ve o buharın soğuğu çok keskin oluyor. Durum bu kadar açık. Söke tabelasında kalmıştık. Evet gördüm bir tane. Daldım o yöne doğru.


Tabi gece karanlığında gördüğüm o yeşil minik yazıya bakıyorum ve amaaaaan diyorum :) bekleyin devamı geliyor. Bir 10 dakika o kaymak gibi asfaltta giderken trafik polisinin düdükleriyle irkildim. Yolun karşısından uyarıyorlardı beni "geri dön " diye :) . Tamam geri dönücem biliyorum orası otoban ve bisikletlilerin girmesi yasak. Polis abim anlayışlıdır diye yanına gidiyorum ve :
Ben: Abi ben Söke'ye gidiyorum ama başka yol varsa oradan giderim.
Polis: Hani senin ışık sistemin?
B: (Kafa ışığımın önünü kapatarak konuşuyordum polisle, birden ışığın önünü açtım ki polisin halini görecektiniz ama çaktırmadı o.ç. ) abi işte ışık sistemim. Tamam geri dönerim ama Söke'ye giden başka bir yol var mı?
P: Arka ışığın yok senin. Hem karanlıkta bisiklet mi sürülür?
Benim iç sesim: ben diyom ankara sen diyon götüm kara
B: Tamam abi ben gidiyorum.
Adam bunları bana söylerken dövecek gibiydi. Polis abi diyordum ya başta. Şimdi orospu çocuğunun önde gideni. Geldiğim yolu geri dönmek huyum değildir ve bu o.ç. yüzünden hem zaman hem enerji kaybım oldu. Boşuna muhabbet ettik o kadar. Adam neresiyle dinliyor beni anlamadım. Başka rota bulmam lazım şimdi. Ve şimdiiii Germencik yolu üzerinden Selçuk-Torbalı-İzmir.

Eski rota yaklaşık 160 kilometreydi ve ben otobanda yaptığım 15 kilometrelik gidiş-dönüşle bu turu 140 km olarak hesaplıyorum. 120+15=135 demeyin. Bir de şehir merkezinde dolanmalarım vardı. 5 km oradan geliyor. Artık rota belli. O.ç. yok. Şarkı söyleyerek gidiyorum herkes uyansın diye. İlk uyanan "Güneş" oldu. Asıl soğuk şimdi başladı. Nasıl küfrediyorum bir bilseniz. Ha çıplak çıkmışsın donmuşsun, ha kat kat giyinip çıkmışsın donmuşsun farketmez. Donmuşsan donmuşsundur arkadaş. Kaçarı yok. Azer Bülbül gibi titriyorum. En azından hareket halinde vücudu ısıtma olayım var bisiklet üzerindeyken. Ama bir 2 dakikalık mola verdiğimde terim soğumaya başlıyor ve hemen pedallara asılıp kadans* yapıyorum. Çığlık atarak basıyorum pedallara. Sonunda ısındığımı hissettiğimde rölantiye alıyorum kendimi.

Yollar ilk günkü gibi düz değil. Taşlarla yolun üstünü örtmek var ya hani bizim memlekette, işte ondan yapmışlar tüm yolu. Bana hiç zevkli gelmedi bu yollar. Rampa inerken bile hızlanamadım hiç. Sürekli pedal çevirmek gerçekten yordu beni. Selçuk'a kadar yollar böyle. Belki Selçuk sonrası yollar düzelir umuduyla basıyorum pedallara. Bir de Melek ile görüşmelere başladım. Torbalı'da kahvaltı yapmak için Şahin Simit Sarayına gitmeyi planlıyorum. Çok güzel hayaller kuruyorum. Bedava yemek, bol muhabbet. O gazla gidiyorum işte. Tabi bir de yol kenarındaki pamuklar dikkatimi çekti. Her yer pamuk dolu. İlk defa tohumu olan bir pamuk topladım hatıra olsun diye. Gerçekten farklı sürprizler var bu memlekette. Melek ile haberleştikten sonra bir tabela gördüm ve artık "Torbalı'dayım" dedim.


15 km o kadar yoldan sonra çocuk oyuncağı dedim. Çünkü Muğla'da kampüsle merkez arası 8 km ve gidiş dönüş 30-40 dakika sürüyor. Toplam 16 km. Ama gel gör ki şartlar el vermiyor. 1 saatte yaptığım bu 15 kmlik yolda rüzgarın ve yol yapısının dezavantajı çok büyüktü. Bana inat gibi rüzgar tam karşımdan esiyor. Yavaş yavaş şehir içinde olduğumu hissetmeye başladım çünkü bu trafik başka yerde olmaz. Artık rahatlayabilirim. Şehir merkezine dalıp, Simit sarayını basma vakti geldi.


Sora sora bağdat bulunur deyimiyle buldum orayı. Simit Sarayı'na vardım. Meleğin amcasını buldum. Dedim ki "abi şöyle bir öğrenci indirimi yaparsın hani. Bak o kadar yol geldim. 5 saattir yoldayım. Melek tavsiye etti burayı. Muğla'dan arkadaşım" dedim.İndirim de süperdi hani.50 kuruş indirim yaptılar düz hesap olsun diye. Neyse en azından karnım tıka basa doydu. İşte donatılmış masam. Şahin simit sarayı sponsorum olsa başka bir şey istemem :)


Bu enerji deposundan sonra devam ediyorum İzmir'e doğru. Bir sürü kavşak çıkıyor karşıma ve trafik beni deli etti. Bir yerde otobana giden tabela görünce "eyvah sıçtık" dedim. O kadar yol geldim yine mi rota değiştircem şimdi. Hemen birisine sordum. Genç tam bir İzmir'li. Konuşma taklidini her türlü yaparım onun :) Bana yolu öyle iyi anlattı ki dümdüz git bir yere sapmadan git İzmir2 varırsın dedi. Böyle bir tanımlama yok. Ama harbiden de dümdüz gidince Konak iskelesine vardım. Tabi akşamüstü İzmir trafiği beni çok yordu. Alışkın değilim o kadar kalabalığa :) Konak'tayken Yeşim ablayı arıyorum ve nerede buluşacağımıza karar veriyoruz. Kendisi biraz hastalanmış, Taner abiyle buluşmamız kararlaştırıldı ben karşıya geçince. Bostanlı Vapuruna bindim ve Taner abiyle buluştuk.

Ama telefonda konuşmalar bombaydı. Yerimi tarif ederken ne anlatacağımı şaşırdım. Sonunda bulduk birbirimizi. Ve ben bisiklette, Taner abi arabada. Ben arabayı takip ederek gidiyorum. Turun bu kısmı zevkliydi. Bir arabayı takip etmek kadar aksiyon dolu bir şey yok :) Muğla'da böyle trafik olsa yaparım da, İzmir bir başka. Neyse eve varır varmaz duşumu alıyorum ve hemen Samsun pidecisine gidiyoruz.Güzelce karnımızı doyurduk.Keselerine bereket :) Beni evlerinde ağırladıkları için sonsuz teşekürlerimi sunuyorum. Bir kez daha görüşmek üzere ;)

Muğla-İzmir Turu (1.gün)

Tarih: 8 kasım 2011
Alarmın saat 5.00'da çalmasıyla uyanıyorum erkenden. Gerekli hazırlıkları önceki akşam yapmıştım. son bir kontrol ve dışarı çıktım. Sabah soğuğu kadar iğrenç bir soğuk görmedim ben bu hayatta. Kışlık eldivenler, buff, kafa bandı, rüzgarlık ve içime kat kat giydiğim kıyafetler etki etmedi. En azından bir kaç saat sonra hava ısınır vaadiyle kendimi avutuyorum. Yavaş yavaş bomboş yollarda pedallıyorum. 5 dakika içinde Muğla sınırını geçtim.

Yol kaymak gibi pürüzsüz olduğundan yol almak çok kolay oldu. Sadece 1 matara su ile Aydın'a vardım. Tabi Aydın'a varmadan önce çok güzel manzaralarla karşılaştım. Çine'ye doğru giderken jeoloji derslerinde gördüğümüz o simli taştan gördüm ve attım çantaya. Hala adını hatırlayamıyorum o taşların. Her neyse yoluma devam ediyorum ve kavşakta durduğumda,servis bekleyenlerden birisiyle aramda bir laf dalaşı oluyor:
ben: İyi bayramlar
şahıs: İyi bayramlar. Nereye gidiveyon ?
b: aydın
ş: Aklın yok mu senin? Nasıl gidivecen mulaya?
b: (kavşak öncesinde 5 km iniş olduğu için kulaklarım uğulduyordu) ne?
ş: Nasıl gidivecen? Hayatta varaman sen gari
b: 3 saatim var hadi 3 buçuk saat olsun ( eski çine çıkışındayım ) acelem yok abi yolcu yolunda gerek
Anlamadığım konu şu ben kavşakta durduğumda " iyi bayramlar " demeseydim, onlar "vay be avrupalı bu kesin " deyip arkamdan öveceklerdi. Ama Türk olunca yapamaz edemez. Hem kendini ne yoruyorsun. Ver parayı 1 saatte git Aydın'a. Di mi ya ?



Yolda pek ilgi çekici bir şey olmadı Aydın'a giderken. Arada karnım acıkıyor ve elma muz ikilisiyle 45 dakika idare edebiliyorum. Nasıl bir bünyeye sahibim anlamadım. Hem zayıflamıyor hem kilo almıyorum. Asıl olaylar Aydın'da başlıyor. İlk önce Orkun'u arıyorum. Aydın merkezde değillermiş onu öğreniyorum. Sonra bizimkilere yani anneme babama Aydın'a vardığımı söylüyorum. İçleri pek rahat değil çünkü kalacak yerim yok. İlk başta ben sıkıntı yapmadım ama zaman geçtikçe sıkıntı olmaya başladı bu durum. İlk gittiğim yer tren istasyonu oldu ve oradan Selçuk bileti aldım. Ertesi gün Selçuk'a kadar pedal basmak istemiyordum. İşimi kolaylaştırayım dedim. Bileti aldıktan sonra da Veli ile telefonlaştık. Tren'e bisiklet sokamıyordum. O durumu anlattım. Son kararımı verdim ve bir bisikletli olarak trene binmemeye karar verdim. Bileti iptal ettirdim. 50 kuruşu bileti iptal ederken eksik verdiler. Vay anasını be! dedim içimden. Sonra hayatımın en yavaş haliyle kocaman bir tost yedim ki beni tok tutsun. Yaklaşık 45 dakikada bitirdim tostu. Hala kalacak yerim yok ama çok farklı opsiyonlar da aklımda dönüp dolaşıyor hani. Baga sağolsun aklıma cami-mescit olayını soktu ama bir tane bile bulamadım yatsıdan sonra kapısı açık olan. Hem temiz, hem bedava, hem de suyun tuvaletin var. Hoşuma gitti bu fikir ama şansım yaver gitmedi bu konuda. Sonra tren istasyonunda yolcu bekleme salonunda uyumak geldi içimden. Oranın hareket amiri varmış. Sordum. Dedi ki: Gasp ederler, madde bağımlıları var, dolaşıyorlar, paranı alırlar, bıçaklarlar,vs. Eyvallah çekip uzaklaştım ordan. Ama şahsen Bartın otogarında uyumuşluğum var ve hiç bir şey olmadı. Şimdi bu felaket tellalı adamın şom ağzı açıldı ya bir şey olurdu kesin. O yüzden başladım telefona sarılmaya. Orkun'dan olumsuz haber geldi, Hasan'dan da öyle, Annem-Babam tedirgin, Ben aylak aylak dolaşıyorum :) Sonunda aklıma öğretmenevi geldi. Samsun'dan Sinop'a pedallarken Serkan abi araştırmıştı. Oradan çağrışım yaptı. Sağol Serkan abi :) Deneyimlerinden faydalanmak yararlı oldu bu turda. Sonunda sora sora orayı da buldum ve odama yerleştim. Telefonla bizimkilere iyi haberi verdim. Artık tedirgin olmaları için bir sebep yoktu. Ama bu arada çadır çok gerekli bir malzeme. Bir tane sağlam bir şey bulana kadar uzun turlara veda ediyorum artık. Sırf o yüzden kamp atamadım. Sadece uyku tulumum ve matım vardı yanımda. Ne demişler...Okuyan mı gezen mi? tabi gezen bilir. Gezen görür. Deneyim edinir. Paylaşır. Yani kısaca, gezmek güzeldir.

6 Kasım 2011 Pazar

Bir Berduş Bisikletçinin Çantası

Berduşların çantasında kullanılmış her şey olur. Temiz bir şey giymek istemezler mesela. Ne kadar pis o kadar iyi berduş. Baş havlusuyla tüm vücudunu kurular. Sorun yoktur. Kişinin kendi pisliğidir o. Berduşluk serserilik olarak algılanmasın ama biraz da serserilik vardır berduşların bir köşesinde. Mesela bir berduş bisikletçi istediği an istediği yerde yatabilir. Bu bir sahil kenarı olabilir,bir motel, bir otogar, bir oyun parkı, bir tren vagonu ya da bir apartmanın girişi. Her hangi bir yer. Neresi olursa olsun fark etmez.

Yiyecek konusunda da sıkıntı çekmezler. Bir parça ekmek üstüne sürülmüş böğürtlen reçeli, o berduşu kilometrelerce idare eder. Yalnız takılırlar. Pek sıkıntı olmaz yalnızlık onlar için. Hangi berduş yanında arkadaş ister ki? Zaten yeterince arkadaş edinirler yoldayken. Ama ertesi gün görüşmezler. O gün bir anı olarak kalır. Telefon numarası da almazlar bir daha görüşmek için.

Çantaya sığdırabildikleri kadar eşya alırlar. Biraz para, biraz kıyafet, biraz da yürek. Yürek ister çünkü o çantayı doldurabilmek. Her yiğidin harcı değildir o çantayı doldurmak.

Kitap okumaz berduşlar. Çünkü yolda yaşadıklarıyla kendi kitaplarını yazarlar.

Müzik çalar dinlemezler. Berduşlar bağıra çağıra şarkı söylemeyi daha çok severler.

Ve hiçbir yer uzak değildir onlar için. Elbet bir gün o yolun üzerinden geçerler. Çanta budur berduşlar için. Biraz delilik, biraz anı yaşamışlık, biraz da özgürlük.

9 Eylül 2011 Cuma

Samsun-Kocadağ Turu

Kocadağ Samsun'da TRT TV istasyonu olarak bilinir. Ama ben oraya Kocadağ diyorum. Çünkü Samsun'un 1250 rakımlı, merkeze en yakın yüksek yeri olarak bilinir. Arabayla lise yıllarımda gitmiştik. O zaman beni büyülemişti. Şimdi ise deniz seviyesinden bisikletle 1250 rakıma nasıl çıkılır onu denemek istiyorum. Ama öncesi var...
Annem: A Babam: B Ben : C
C: Anne ben yarın Kocadağ'a çıkıyorum erken kalkıp gidicem haberin olsun tamam mı?
A: Oğlum, yanına birini alıp da gitsen olmaz mı?
C: Anne, ben yalnız takılcam. Toplu turların yeri de farklı ama yalnızken gücümü hissediyorum.
A: Domuzlar falan çıkarsa..
C: Anneeee.. :)) ne domuzu bu mevsimde Allah aşkına :)
B: Oğlum ayılar da varmış orda :) yemesinler seni :) (gülüşmeler)
C: Baba kuzey kutbuna çıksam kuzey kutbuna çıkıyorum derdim :) yahu minnacık dağ kocadağ oldu anlamadım gitti :))
Erkenden yatılır. Alarm kurulur. Uykuya dalınır. Hayaller kurulur. Sabah 6.00'da ayağa dikilinir. Sonra hazırda bulunan eşyalarımı toplayıp bisiklete biner ve giderim.
Google Earth araştırmamda şöyle bir rota çizmiştim. Yeşilyurt mağazasından sonraki 5. kavşaktan içeri gir. Sonra da her rampayı çık. :) Kaybolmak imkansız. Ta ki...2 yol ayrımını görene kadar. Bundan sonra da " kamyonlar kavun taşır " taktiğiyle kamyoncuların gittiği yolu takip ettim. Issız yolları sevmem. Kamyoncular da bir nevi arkadaştır. Dosttur. Daha doğrusu pusuladır :)

İşte o kavşaktan içeri giriyorum ve maceraya yükselerek devam ediyorum.

Beni bu manzara gaza getirdi desem inanmazsınız. Çünkü o bulutlarla kaplı tepe Kocadağ'a ait. Ve o bulutların içine gireceğimi bilmem, beni garip duygular içerisine sokuyor.

Yalnızlığımı en iyi anlayan varlık

İki yol ayrımında kamyonları takip ettiğim an :) İnsan düşünüyor yani. Aşağıya insem oradan çıkış var mıdır? Yada inişin çıkışı yoksa ne yaparım ben? gibi sorular oluştu aklımda. Ama kamyon dumanı yuta yuta gidiyorum soldaki yoldan :)

Manzara karşısında kendimi daha da güçlü hissetmeye başladım. En yüksek noktaya çıkmadan bu turu bitirmek istemiyorum.

Hayalini kurduğum an geldi. Az ilerde sis var. Sis dediğimiz şey aslında uzaktan yani deniz seviyesinden bulut olarak görünen şeydir. O zaman girelim şu bulutların arasına artık. :)

Son bir köyün içerisinden geçiyorum. Aslında bu beyaz katman ilk geldiğim anda yoktu. Sanki bana bir jest yaparcasına karşıma yavaş yavaş çıktı. Nasıl mı?


En yüksek nokta burası. Bulutların içindeyim. Çok yoğun bir sis bulutu olmasa da görüş mesafesi yine de az. Ve hava oldukça soğumaya başladı. İyi ki kışlık tozluklarımı ve yağmurluğumu almışım yanıma. Biraz atıştırmalık yiyecek almıştım. Onları yemeye başladım. Terim soğudukça ben de titremeye başladım. Birden bu kadar üşüyeceğimi düşünmemiştim. 1 ay sonra (ekim ayının sonlarında) kar yağar oralara. Umarım kar keşfini de yaparım oraya :) Ama bu sefer daha kalın giyecekler almam gerekecek galiba :)

23 Ağustos 2011 Salı

Gezmek Lazım, Gezerken Yemek lazım - Rota bilgileri

Resimlere Tıklayarak Büyütebilirsiniz

NOT: 2012'DE GERÇEKLEŞMESİ PLANLANMAKTA OLAN TUR DUYURUSUDUR . YOL ARKADAŞLARI ARANIYOR İLGİLİLERE DUYRULUR :)

************************************************************************



mesafe:84.2 km
Rota: Şanlıurfa - Suruç - Birecik
************************************************************************

Mesafe:90 km
Rota:Birecik - Nizip - Gaziantep
************************************************************************

Mesafe:51,3 km
Rota:Gaziantep - Şehitkamil - Kahramanmaraş
************************************************************************

Mesafe:105 km
Rota: Kahramanmaraş - Türkoğlu - Fevzipaşa - Islahiye - Hassa

************************************************************************

Mesafe: 75.4 km
Rota: Hassa - Kırıkhan - Serinyol - Derince - Hatay
************************************************************************

Mesafe:105 km
Rota:Hatay - Derince - Serinyol- Belen - Nardüzü - İskenderun - Payas - Erzin
************************************************************************

Mesafe:81km
Rota: Erzin - Çakaldere - Kürkçüler - Adana
************************************************************************

Mesafe:67.4 km
Rota:Adana - Yenice - Tarsus - Huzurkent - Yenitaşkent - Mersin
************************************************************************

NOT: TURDAKİ ŞARTLARA(HAVA ŞARTLARI,YORGUNLUK VS.) GÖRE KÜÇÜK DEĞİŞİKLİKLER OLABİLİR.
TARİH KESİN OLMAMAKLA BİRLİKTE HAZİRAN 2012'DE GERÇEKLEŞECEKTİR. İLGİLİLERE DUYRULUR.


22 Ağustos 2011 Pazartesi

Güneydoğu turu 2. sayfa

NOT: 2012'DE GERÇEKLEŞMESİ PLANLANMAKTA OLAN TUR DUYURUSUDUR . YOL ARKADAŞLARI ARANIYOR İLGİLİLERE DUYRULUR :)
******

2.sayfadan sizlere merhaba :) Yolumuz Hatay'a doğru gidiyor ve orada biraz kral künefe yemek için pedallıyoruz. Yol uzun da değil açıkçası. En kötü ihtimalleri düşünerek bu kadar kısa rota çizdim. Belki aramızda anlaşarak o günkü duruma göre yolu uzatabiliriz de .
******

Yolu uzatırsak geldiğimiz yoldan geri dönerek devam edeceğiz. Sonrasında ise kamp alanı için yer aramaya başlarız. İstikamet Adana...
******

Ben burada bir buçuk porsiyon Adana kebap alırım ben artık. Parası neyse veririm. O kadar pedallamışız. Neyse dostlar rota bu. Daha çooook yolumuz var.
******

Turumuzun son noktası olan Mersin'e geldik. En kolay rotayı son güne bırakmak en mantıklısı. İnişler ve çıkışlar çok fazla ama yorucu değil. En büyük eğim %1.6 . Neredeyse eğimi hissetmeden pedallayacağız. Mersin Tarsus'ta arkadaşlarımla irtibat kurabilirsem orada en büyük ziyafeti çekebiliriz. Yemek yemekten çatlayacak duruma gelirsiniz ama şimdiden büyük konuşmak istemem. Ama yine de muhteşem ziyafet için elimden geleni yapacağım. ;)

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Güneydoğu turu 1. sayfa

Resimlere Tıklayarak Büyütebilirsiniz
NOT: 2012'DE GERÇEKLEŞMESİ PLANLANMAKTA OLAN TUR DUYURUSUDUR . YOL ARKADAŞLARI ARANIYOR İLGİLİLERE DUYRULUR :)
******

******

1. gün demedim. Çünkü 1. gün neler olacağı belli olmaz şimdiden. Şimdilik aklımdakiler şunlar. Sabahtan Şanlıurfa otogarında buluşup merkezde Urfa kebabı yapan bir yer arıyoruz. Sonrasında ise çizdiğim ilk rotadan Birecik ilçesine doğru pedallayabiliriz. İnişleri ve çıkışları çok tatlı olan bir rota :) Şöyleki düz bir yolda pedallamak yani eğimsiz yolda pedallamak hayallerde olacak ve bu rotadan gidersek yolumuzu kısa tutmada yarar var dedim. Buna rağmen 90 kilometre gibi bir yol tepmemiz gerekiyor. Urfa kebabını yedikten sonra bizi kim tutar ki zaten :)
************************************************************************

Birecikte kamp attıktan sonra da Gaziantep'e kadar tırmanış var. Tırmanmayı sevenler için güzel bir rota. Hadi onu geçtim. Sizleri bir sürpriz daha bekliyor orada. Ne mi? Antep baklavası, Antep ciğeri, Antep hamamı , Bakırcılar çarşısı, Tarih kokan mimarisi... Daha neler neler. Şimdiden pedallarım sabırsızlanmaya başladı bile. Eğer Gaziantepten sonra tırmanışa devam edeceksek yine tırmanış sevenlere müjdem var :) bu tırmanış bitmiyor. Bulutların içinden geçiyorsunuz. Artık nerede kamp yapacağımızı yolda düşünürüz ;)
************************************************************************

GaziAntep'ten Kahramanmaraş'a giderken biraz iniş biraz çıkış şeklinde devam ediyor yollar. Sıcak havada ve oranın ikliminde ne olur bilmiyorum ama suyumuz olsun başka bir şeyimiz olmasın yine de yaparız diyorum ben. Kahramanmaraşta'da bir güzel kesme dondurmamızı yedikten sonra tekrar güneye dönüyoruz.
************************************************************************

Kahramanmaraş'tan bilinmeze doğru bir rota çizdim. Bir tarafında kilis var. Diğer tarafında ise Hatay. Kilis katmeri mi yesek, yoksa Hatay'da kral künefe mi yesek? diye düşünmekten yolu burada kestim. Ama Kilis'e gidersek,Kilis'ten tekrar aynı yolu dönmek bir garip geldi bana. Tabi tavsiyeleriniz doğrultusunda rotayı her şekilde değiştirebilirim. Hatay'a gidersek sorun yok. Yolumuzun üzerinde zaten.
************************************************************************

16 Ağustos 2011 Salı

Gezmek Lazım, Gezerken Yemek lazım

Şehir içinde turlamanın zevki bir başka olsa da özledim eşek yüküyle eşyamı alıp, bisikletimle gezmeyi. Dört duvar arasında hissediyorum kendimi. Biraz Google Earth'te rota bakıp ne yapabilirim diye düşündüm. Öyle güzel yerler buldum ki, sanki benim için tasarlamışlar. Neresi mi? Tabi ki, Türkiye'nin yemeklerinin meşhur olduğu yerler. Kısaca Türkiye'nin geleneksel yemek merkezi. Uzattım tamam biliyorum. Türkiye'nin güneydoğusu. Nereden başlasam bilemedim bu tura. İlk önce Şanlıurfa'ya gidip orada Urfa kebabı, oradan da Kahramanmaraş'a gidip meşhur Maraş dondurması, peşinden Gaziantep yapıp Antep fıstıklı baklava, Hatay'da Kral künefe, Adana'da Adana Kebabı, Mersin'de Tantuni yiyesim var. Diyorum ki...Ben bunu bu yaz buradan duyurusunu yapim, yanımda arkadaşlarım da olsun. Hep birlikte gezelim,görelim,yiyelim. :) Zira boğazımdan geçmez o yiyecekler ;)

11 Ağustos 2011 Perşembe

Kısaca Cyclomaniac (:


Cyclomaniac çevirisinde bisiklet manyağı olarak çevrilse de kendi içerisinde bir çok anlam taşır. Sadece bisiklet değil, doğa manyağı, yardım manyağı, spor manyağı, müzik manyağı, macera manyağı ve özgürlük manyağıdır Cyclomaniac.
Cyclomaniac doğa manyağıdır çünkü gelecek neslin daha rahat nefes almasını ister. Motorlu araçlardan ve ağzında emzik gibi sigarayla dolaşanlardan hoşlanmaz. Onlar, cyclomaniac için çevre teröristidir. O yüzden şehir içinde pek göremezsiniz onu. Dağ,bayır,dere,tepe ya da bir sahil kenarı onun için en güvenli yerdir.
Cyclomaniac yardım manyağıdır çünkü yardım etmeyi sever. Kim yardım isterse hemen bir süper kahraman gibi onun yardımına koşar. Sorununuz onun yardım edemeyeceği türdense, kaçmaktan çok başka türlü çözümler de üretir.
Cyclomaniac spor manyağıdır. Şu ana kadar basketbol,futbol,voleybol,yüzme ve bisiklet sporlarıyla ilgilendi. Ayrıca doğa yürüyüşleri ve tırmanışa da el attı. Bir dersine de girmiş olsa salsa dersi aldı ama onun için salonun değil doğanın uygun olduğuna karar verdi.
Cyclomaniac müzik manyağıdır. Her türlü müziği dinler. Bir yerde yeni bir şarkı duysun hemen indirip mp3 çalarına yükler. Her zaman günceldir mp3 çaları.
Cyclomaniac macera manyağıdır. Ona en deli fikirlerinizi rahatça sunabilirsiniz. Hemen onay vermese de düşünür ve uygunsa o fikri hayata geçirir. Hayatında hareket olmasını sever. Kafelerde sürtmeyi tercih etmez. Çok sıkıcı gelir kafe hayatı ona. Lunaparka gider,eğlenir ve mutlu mesut yaşar. Ya da fırtınalı gökgürültülü şimşekli ve yağışlı bir günde bisikletini alır kampüste tur atar. Durakta duran korkaklara acır çünkü o duyguyu bir tek o hisseder.
Cyclomaniac özgürlük manyağıdır. Kafasına eseni yapar anında. Tutamazsınız onu. Sabun gibidir. Çok sıkarsanız elinizden kaçıp gider, yani uzaklaşır sizden. Rahat bırakın onu. Çok rahat bırakırsanız, elinizden düşüp hasar görebilir. Arada halini hatrını sorun. Bazen de koyduğunuz yerde bulursunuz onu ama çok uzun sürmez orada durması. Buharlaşıp kaybolabilir bir süre sonra. Tıpkı özgür bir adam gibi ;)

Samsun-Sinop turu son gün




************************

Sabah kulübenin penceresinden atlayarak çıkıyorum. Sabahın köründe yine ayaktayım. Pati dostlarımız tüm gece bizimleydi. Pencereden çıktığımda da " Günaydın " anlamında havlayarak beni karşıladılar hemen :) Ben de onları boğazlarından okşayarak,onlara " Günaydın " dedim. Nasıl yaklaşırsan, aynı karşılığı alırsın. Onlar bana diş göstermedikçe, ben de diş göstermem. Dişlerimi görmek isteyeceklerini pek sanmam :) Ne demek istediğimi birazdan anlayacaksınız.

Son günümüzde Sinopta biraz gezmek istiyoruz. O yüzden hiç acelemiz yok. Tabi Sinop'a gelirken neler neler yaşandı bir bilseniz. Bir köyün içinden geçiyoruz ki o da nesi...her bahçeden bir köpek önümüze çıkıp lastiğin dibinde koşarak bize havlıyor. Tabi biz durunca, onlar da duruyor. Hatta zarar vermeyeceğimizi anlayınca bahçelerine giriyorlar. Ama bir köpek bahçesine girmedi. Arkamdan Kadir'in geldiğini biliyordum. Onu bekledim. Çünkü köpek biraz huysuz çıktı. Ben durdum diye köpek durdu ama ne yapacağı hiç belli değil. Diş göstermekten kastım buydu. Elim cebimde çakımı tutuyorum her ihtimale karşı. Kadir geldi. Hiç bir şey olmadı ve yolumuza devam ettik. Ben böyleyim dostlar," göze göz, dişe diş" :) Neyse başka bir olay daha var ki ben alıştım zaten bu duruma. Bir yerlerde yol yapım çalışması vardı ve o yolda ilerlemek oldukça zordu. Ki SPD ayakkabım kilitlenmese daha iyi olacaktı. Çünkü uygun vitese geçememiştim ve araçlar bana sıfır geçiyordu. Yol yaklaşık 15 metrelik bir rampaydı. Ama ben napıp edip o trafikten kurtuldum ve kumlu bir yere bisikletimi sürüp sadece sağ ayakkabımı çıkartabildim :) sonrası mı ??? sol ayakkabı takılı kaldı tabiki :) ve yükün olmasıyla da dengemi kaybettim ve ağır çekimde bir düşüş yaşadım kumun üstüne doğru. Bisiklet de üstümde kaldı haliyle :) Ben yerde kendi halime gülerken Nesim abi geldi " İyi misin ? " dedi . " hiç bu kadar iyi olmamıştım " dedim :) Serkan abi de tam o düşüş sırasında önümdeydi ama olayı daha sonra gördü. Sağ salim Sinop'a giriş yaptık ve bir kaç kargo işleminden sonra Sinop Tarihi Cezaevine girdik ;)


Üstte gördüğünüz hücre, kapısı açıkken çok masum görünüyor. 1 metrekarelik bir alanı var. Tuvaleti hemen ayağının dibinde. Buraya kadar gelmişken bir kaç saniye de olsa içeriye kendimi kapattım. Bırakın orada 1 gün kalmayı, daha ilk saniye de psikolojim allak bullak oldu. Kendimi tabutta gibi hissettim. Her yer karanlık, sadece kapının altından biraz ışık huzmesi geliyor ve bir tek orada sen varsın. Sadece sen. Hiç bir şekilde geceyi gündüzü ayırt edemezsin. Kafayı yemen an meselesi. Bir boşluğa sürekli düşer gibi hissediyordum kendimi. Ben bunları 10 saniye içerde kaldıklarımla düşündüm ki, 1 günüm burada geçse ne olurdu acaba.

Burası da hapishanedeki kral dairesi :) Tamam hepiniz biliyorsunuz ama ben yine de söyleyeceğim. Parmaklıklar ardında dizisinin çekildiği koğuş burası. Pek ilgimi çekmese de sizin için bir kare aldım. ;)

Cezaevi gezisinden sonra DSİ dinlenme tesislerinde dinlenmeye, yüzmeye gittik. Serkan Taşdelen üşüttüğü için suya girmedi. Ben ve Kadir memlekete, Serkan Taşdelen ve Nesim Gözeten de İnceburun'da kamp kurmaya gidecekler. Ayrılmak biraz canımı acıtsa da daha çok tur yapma vaadiyle mutlu ediyoruz birbirimizi. :)Şimdilik hoşçakalın sevgiyle kalın ;)

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Samsun- Sinop Bisiklet turu (3.gün)


Sabah kalktım erkenden. Bir kaç düzenleme yaptım bisikletimde. Sonra yola çıktık. Herkes havanın güzel olmasından yana dualar ediyor. Niye mi? Bugün büyük gün. Erfelek Tatlıca Şelalerine gidip yüzeceğiz. Durum böyle olunca da havanın güneşli ve açık olması bizi mutlu ediyor. Gerze'den Erfelek yoluna gideceğimizi gösteren tabelalar çıkıyor karşımıza. Bir ara kaybettim ekibi. Ben de tabelanın gösterdiği yönde devam ederek gidiyordum ki, arkadan ıslık sesleri duydum. Dönüp baktığımda hemen köşedeki kahveye oturmuşlar,çay içiyorlar. Ben de katıldım onlara :)

İşte bu tabelayı takip ederek az kalsın tek başıma gidecektim yola. Yapmadığım iş değil ama ekipten ayrı gayrı gitmek de ayıp olurdu :) Çaylarımızı yudumladıktan sonra, yola devam ediyoruz. Hava güneşli ama belediye yerleri sulamış anlaşılan. Giderayak çamur oluyoruz kısa bir sürede.

Nedendir bilmiyorum ama 3. gün bende bir performans düşüşü oldu. Biraz geri kaldım. Bacaklarıma açma germe yapmak için biraz mola verdim ve bu muhteşem manzara içinde yoldaşımı da çektim. Biraz pedala abanıp ekibi yakalamam lazım.


Tabelayı görünce de bu sıcağa rağmen, bir serinlik hissediyorum vücudumda. Erfelek şelalelerinde yüzmek, buz kalıbıyla dolu bir küvete girmekten farksızmış diyorlar. O yüzdendir herkes hemen varıp keyfini çıkartmak istiyor şelalelerin :)


Hemen düz bir yolda akıp gidiyor bisikletlerimiz. Rüzgara karşı olduğu için sürekli önü çeken kişi değişiyor. Arkadaki de daha az yorularak daha rahat şekilde yol alıyor. Bu böyle yaklaşık 5-10 km gibi devam etti. Gittikçe şelalelere yaklaşmamızın verdiği mutluluk, yorgunluğumuzu çekip aldı içimizden :)

Erfelek merkezine girip şelalerin orada kamp kurabilmek için Serkan Taşdelen resmi işler için görüşmeler yaptı. Sonunda mutlu haberi de aldık. Kamp yerimiz Tatlıca şelaleri ve biraz da alışveriş zamanı. Bir kaç yumurta, biraz domates ve işimize yarayacak bir kaç şey daha aldıktan sonra Erfelek Tatlıca Şelalerine doğru yol alıyoruz. Serkan abi " keçi öldüren yokuşlar " ya da " keçi yolu " gibi bir kaç şey söylemişti ama normal rampalar vardı. Ta ki önümüze çıkan....

...bu tatlı yolu görene kadar :) Hadi neyse düz yol, ineriz bisikletten öyle gideriz ama yooook :) sonrasında mini bir nehir karşınıza çıkıyor ve o nehirde minicik çakıllar yaklaşık 40 kiloluk bisikleti taşımama engel oluyor. Biraz ağırlık çalışmam lazımmış onu anladım :) Nesim abi yardım edip bisikletimi karşı tarafa birlikte geçirdik. Sonra yine düz toprak küçük bir yoldan sonra aşağıdaki gitmemiz gereken yola giriyoruz.

Evet doğru yoldayız :) Sanki şelalenin sesini duyar gibiyim ama ilerde akan bir çeşmeymiş sadece :) Suyumuzu tazeledik, elimizi yüzümüzü yıkadık. Hava acaip sıcak. Ne yapsam bilmiyorum. Zaten bisikletçi yanığı da oluştu :) Ama serin sularda bunun acısını çıkarıcaz .

Sonunda varıyoruz şelalelere. Hemen kamp yerini gösteriyor görevliler. Demek ki haberleri varmış geleceğimizden :) Serkan abi sağolsun ;) Kamp yerine çadırlarımızı kurduktan sonra menemen yaptık. Karnımızı doyurduk. Sonra da keşif turuna çıktık. İşte o turdan kareler





Biraz gezdikten sonra suya giriyoruz ama ilk önce Nesim Gözeten ve Kaan Kadir giriyor suya. O ara tam ben geldim onlar çıkmıştı. Neyse suya adımımı attım. Hani buz kalıbını sakatlanan yeriniz şişmesin diye sürmüşsünüzdür. Orası biraz üşür, hatta ufak bir uyuşma hissedersiniz. Ama buz kalıbı da ısınıyor bir süre sonra. Şelale böyle değil. Soğuksa hep soğuk. Ayağım ilk 10 saniyede alıştı bu soğuk duruma ama geri kalanını nasıl sokacaktım suya ? Yavaş yavaş ilerledim suyun derin kısımlarına doğru. Mesela havuzdan çıkıp duşa girdiniz. Hemen kaskatı kesilirsiniz ya, ben de işte öyle hareketsiz kaldım. Kalp atışlarım dışarıdan görülebilecek şekilde hızlandı ve şiddetlendi. Sonra derin nefes ala ala düzenledim kendimi. Ama sakın kalp hastası olanlar girmesinler. Sudan çıkar çıkmaz havluma sarılıyorum ve kamp alanına gidiyorum.

Kamp yerinde toplandığımızda çadırda uyumamaya karar verdik. İçi boş bir kulube vardı. Onun içinde yatacağız bu akşam. O yüzden hemen çadırları toplayıp bisikletlere yüklüyoruz ve nedense o kulubenin fotosunu çekmediğim için pişmanlık duyuyorum. Kulubede biraz grültülü uyudum heralde tüm gece. Alışmışım koskoca çadırda debelenmeye, şimdi 4 kişi hamster gibi olunca ve bir de zemin tahta olunca her dönüşümde çıkan pat küt sesler rahatsız etti arkadaşlarımı. Bu yüzden özür dileyerek affınıza sığınıyorum dostlarım :) Çok deli uyurum !!! :)
Bir gün de böyle gelip geçti. Biraz köpek havlaması, biraz tahta gıcırtısı derken son gecemizde 4 kişi uyumanın zevkini de yaşamış oldum :)